Av.Ateş Hatinoğlu
“Hayatta aldığımız kararlarla ilerliyoruz. Çocukluğumdan beri hep gazeteci
olmayı hayal ederdim ama hukuk okudum. İstanbul Üniversitesi Hukuk
Fakültesini bitirdiğimde ise arkadaşlarımla Şişli’de ofis açmak istedik. O dönemde ailemi
yalnız bırakmamam da gerekiyordu. İstanbul hayalini Rize’ye taşıdım ve büyüdüğüm
topraklara memleketime dönme kararı aldım. Hayat burada devam etmeye başladı.
İstanbul bambaşka kapılar açabilirdi belki ancak Rize’de olmak benim için çok başka bir
yerde… Huzurlu şehrimdeyim. Sevdiklerimle üstlendiğim görevlerimle mutluyum.”
Av. Ateş HATİNOĞLU
Sizi tanıyabilir miyiz?
19 Mayıs 1972 Ankara’da dünyaya geldim. Babam o zaman ki adıyla Sosyal Sigortalar Kurumunda (SSK) çalışıyordu. Ancak babamın sağlık sorunları başlamıştı bu nedenle
mesleğini Ankara’da devam ettiremeyeceğine karar verdi.
O zamanlar Ankara’nın havası çok kirliydi ve babama da bu
durum iyi gelmiyordu. Babam ciddi bir mide kanaması geçirdikten sonra kendisinin Ankara şartlarında sağlıklı yaşaması
mümkün görünmüyordu. Bundan dolayı başka şehre yerleşme kararı alındı. Bu sağlığı açısından daha uygun görünüyordu. Bu şehir de sadece Rize olabilirdi. Her açıdan iyi olacak
bir şehirdi. En güzeli burasıydı. O dönemde rahmetli Bedirhan
BİRBEN Çaykur’da Genel Müdür iken, babamın durumunu
öğreniyor ve babamın tayin yoluyla kuruma gelmesini istiyor. Böylece hem babamın hem de bizim Rize dönemimiz
başlıyor.
Babam Şinasi HATİNOĞLU Çaykur’dan Genel Müdür Yardımcısı olarak emekli oldu. Annem Suzan HATİNOĞLU. İkisi
de Arhavili ve uzaktan akrabalıkları var. Annemi kanserden
kaybettim. Üç kardeştik. Bir kardeşim 18 yaşında geçirdiği
bir rahatsızlıktan dolayı vefat etti. Şimdi iki kardeşiz. Ben en
büyüğüm. Benim ortanca kardeşim Birol HATİNOĞLU, Rize
Belediyesinde veteriner hekim olarak çalışıyor ve Rize’de yaşıyor. Benden iki yaş küçük.
Çocukluğunuz hakkında neler anlatmak
istersiniz?
“Babam o dönemlerde MHP kökenli, sağcı.
O dönemde de devamlı iktidar değişiklikleri oluyor. İktidar değişiyor hadi bakalım babam sürgün. Bir fabrikadan başka bir fabrikaya… Başka yere... Bu nedenle ilkokulu tam dört okulda
okudum.”
Biz Rize’ye taşındığımız yıllar tabii siyasetin de
hengameli olduğu dönemlerdi. Babam Çaykur’da çalışmaya başlayınca biz de Zihni Derin Çaykur lojmanlarına taşındık. O dönemlerde arkadaşlıklar hayatınız
boyunca devam eden arkadaşlıklar oluyor. Serkan
Birben, mesela benim altı yaşımdan beri arkadaşım.
Çocukluğumuz orada başladı. Gençliğimiz orada geçti. Benim için burası çok önemlidir. Hala Fener Mahallesinde yaşarım. O kadar başkadır.
Mahallede tanımadığımız bilmediğimiz insan yoktur. İster istemez sağlam bir bağlılığımız oluştu. Babam
yaklaşık on sene Fenerdeki eski fabrikanın müdürlüğünü yaptı. Orada herkesle akraba gibiydik.
Okula Rize Kurtuluş İlkokulunda başladım. Hopa 14 Mart İlkokulu ve 50. Yıl İlkokulunda
okudum. Babamın son sürgün edildiği yerde İslampaşa’da ilkokulu tamamladım. Ortaokul ve
liseyi Rize Lisesinde okudum. Üniversite çağına kadar Fener Mahallesinde Zihni Derin lojmanlarındaydım
“Fener Mahallesi çocukluğumdan kalan bir miras gibi çok değerli kalben aidiyet
duygusu ile bağlandığım bir mahalle olmuştur. Anılarımız dostluklarımız hayallerimiz
o sokaklarda kök saldı”
Çocukluğumda sakin ağırkanlı biriydim. Çok kitap okurdum. Kardeşim daha hareketliydi,
yaramazdı. Şöyle diyebilirim ki, çocukluğumuz heyecanlı canlı ve zevkli geçti. Şanslı çocuklardık. Fener mahallesi buna çok uygundu. Mahalle maçlarımız olurdu. Beton sahamız, toprak sahamız vardı. Hatta mahalle kavgalarımız olurdu. Allah selamet versin yukarı mahallede
cimmok lakaplı bir arkadaşımız vardı ve bir çete kurmuştu. Biz de bir çete kurmuştuk. Çocukça çeteler kurardık ve kavgalarımız olurdu. Yazları sabahtan akşama kadar denize girerdik.
Acıkınca midye toplardık. Tenekede midye yapardık. Hatta ağustos ayında sargan, istavrit
zamanı olurdu ve balık tutar, akşam olunca deniz kenarında onu yer eve sadece yatmaya
giderdik. O zamanlar eve zor girerdik. Müthiş bir çocukluktu. Şimdi çocukların yaşamına bakıyorum ve çok üzülüyorum. Nasıl değişti toplum sorusunu sorguluyorum. Biz gerçekten güzel
çocukluk yaşamışız.
Babamın bürokratik bir tarzı vardı. Öyle yanında uzanıp rahat rahat yatamazdık. Evin içinde de o resmiyeti hep hissettik. Hep saygılı prensipli bir duruşu vardı. Babamın evde pijamayla oturduğunu bile bilmem. Çay sezonu başladığında ise babamın yüzünü görmezdik. Gece
yarıları eve gelirdi. Çok çalışırlardı. O zamanlar öyleydi. İnanılmaz bir özveri, işi sahiplenme
vardı.
Çocukluğunuza dair unutamadığınız bir
anınız var mı?
Renkli televizyon çıktığında çok heyecanlanmıştım,
mutlu olmuştum. Ben futbolu çok severdim. Futbol hastasıydım. 10 yaşlarındayım ve Dünya Kupası maçları var.
Köye gitmişiz ama köyümüzde televizyon yok. Televizyonu bırakın daha elektrik yok. Cezayir-Almanya maçı var
ve ben bu maçı muhakkak izlemeliydim. Hal böyle olunca
ve ben maçı izleyemeyince çok ağladığımı hatırlıyorum.
Sokaklarda futbol oynayabilen çocuklardık. O zamanlar mahallemizde Fırtına Gençlik Spor adıyla bir futbol
takımı bile kurmuştuk. Teknik direktörümüz Bahadır Kurtuluş ağabeydi. Bizi o çalıştırırdı. Formalar yaptırmıştık.
Fener, Camiönü, Boğaz mahalleleri olarak maçlar yapardık. Ben stoperdim. İlerleyen zamanlarda da futboldan
vazgeçmedim. Baro’da iken maçlarda oynadık ama son
yıllarda bıraktık.
Hukuk Fakültesi hedefiniz miydi?
Ben gazeteci olmak istiyordum. Basın yayın okumak
hayalimdi. Çocukluğumdan gelen bir heves vardı. Kendi
kendime haber sunardım bu anlamda bir şeyler yapmaya çalışırdım. Gerçekten bir hevesti. Ancak, üniversiteye
hazırlanırken hocalarımız bizi hukuk okumaya yönlendirdi. Bu alanda daha başarılı olacağımıza inandılar. Şunu samimiyetle söyleyebilirim ki, gazetecilik hala içimde uhde
kalan bir meslektir. Gazeteci olmayı gerçekten isterdim.
Gazetecilik çok sevdiğim, saygı duyduğum ve kendime
de olsaydı çok yakıştıracağım bir meslek.
Lise bitince bir sene sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazandım. İlkokuldan beri arkadaşım olan
Serdar Özdemir ile beraber kazandık ve beraber kaydolmaya gittik. Bir anımız vardır; Serdar’la İstanbul Eminönü’nden üniversiteye kaydolmaya gidiyoruz. Yürüdük
yürüdük… Yol bitmiyor. En son dayanamadık ve bir taksiye binelim dedik. Taksiciye, bizi İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine götür dedik. Şoför bize argo konuşarak
bir kızdı ki neye uğradığımızı şaşırdık. Meğer üniversitenin önüne kadar gelmişiz. Ama nerden bilecez. Biz kaydımızı yaptırdık ama üniversitede farklı sınıflara düştük
ilk kez orada ayrıldık. İlkokuldan beri aynı sınıfta okuduk
ama kaydolurken bir acemilik yaşadık ve aynı anda kayıt
yapınca farklı sınıflara yerleştirdiler.
“Bizim çocukluğumuz gençliğimiz hep buralarda, Rize’de mahallede geçti.
Hiçbir zaman başka bir şehre gidelim gezelim diye düşünmedik. İstanbul ve Ankara’da eş dost akraba var ama bizim için tatillerimiz bile hep memleket olmuştur”
Üniversiteyi 1990’da kazandım. Biz iyi bir dönemde okuduk. En şanslı dönemdi ve bu son
dönemiydi diyebilirim. Çok iyi hocaların olduğu bir eğitim süreci yaşadım. Mesela, anayasa kürsüsü vardı ve Erdoğan TEZİÇ, Bülent TANÖR, Necmi YÜZBAŞIOĞLU, Süheyl BATUM,
Burhan KUZU… böyle bir kürsüden Anayasa Hukuku eğitimi aldık. Hepsi alanında fenomen
isimlerdi. Tabii Hukuk Fakültesinin devam zorunluluğu yoktu. Hukuk öğrencisi olunca siyasi düşünme ve bunu yansıtma durumu da ortaya çıkıyordu.
O dönemde ülkü ocakları içinde görevlerimiz oldu. Üniversite içinde tartışmaların yaşandığı dönemlerdi. Sıkıntılı zamanlardan geçtik.
Üniversite içindeki radikal gruplar arasında sık sık kavgaların yaşanırdı. Neticede okulu bitirdik. Güzel arkadaşlar edindik. İyi de bir
eğitim aldık. Nitelikli ve klas hocalarımız vardı. Bu anlamda şanslıydım. Hukuk Fakültesinde sadece maddeleri öğrenmezsin.
İstanbul Hukuk Fakültesi bir adalet duygusu ortaya çıkardı.
Hukuk ve adalet misyonu yarattı. Kanunu bilmezseniz bile
adil düşünme duygusu kazandırdı. İyi bir hukukçu her şeyden önce buna hakim olmalı.
Hakim ya da savcı olmayı düşündünüz mü?
Bizim dönemimizde hakimlik savcılık çok cazip meslek
olarak görünmüyordu. 90’lı yıllar ülkede istikrarsızlığın olduğu
dönemlerdi. Biz de bir dünya görüşüne sahip insanlardık. O
dönemde hakim savcı olabileceğimizi düşünmediğimizden hiç
cazip gelmedi. Avukat olmaya devam ettim.
Ailenizden bahseder misiniz?
Eşim Işıl Hatinoğlu, uzun yıllar Rize Belediyesinde Park
Bahçeler Müdürlüğü yaptı, şu an Derepazarı Belediyesinde
aynı görevi yürütüyor. Eşimle daha öncesinde tanışmıyorduk.
Çocukluk arkadaşım Hülya vasıtasıyla tanıştık. Birbirimizi sevdik 2000 yılında evlendik. 2002 yılında kızım Neslişah dünyaya
geldi ve şu an İstanbul Teknik Üniversitesinde okuyor. 2008’de
ortanca oğlum Girayhan dünyaya geldi, lise birinci sınıfa okuyor. En küçük oğlum Boğaçhan 2013 doğumlu şu an ilkokul dördüncü sınıfta. Üç çocuğum var. Artık çocuklarımızın geleceği
bizim en önemli bakış açımız oldu. Onların eğitimiyle ilgileniyoruz. Hedefimiz onlara mutlu bir gelecek sağlayabilmek. Anne ve
babalar, ne yapın edin çocuklarınıza iyi bir eğitim verebilmek
için uğraşın. Deli gibi para biriktirmek mülk biriktirmek hırsında olmayıp, çocuklarınızın iyi bir eğitim almaları için uğraşın.
Ben çocuklarımı hiçbir zaman avukat olmaları için yönlendirmedim. Mesela kızım özel
yetenek sınavı ile moda tasarım bölümünü kazandı. Çizim yeteneği vardı ve çok başarılıydı.
Oldukça zor bir sınava girdi ve bu yeteneği ile İstanbul Teknik Üniversitesini kazandı. Kızım
avukatlığı hiç düşünmedi bile. Ortanca oğlum da hiç düşünmüyor. En ufak daha çocuk tabii,
avukat olursam büron bana mı kalır, diyor. Çocuklar da görüyor tabii bazen geç saatlerde eve
geliyorsun. Mesleğin zorluklarını görerek büyüyorlar. Davalarının stresi sıkıntısı ister istemez
yansıyor. Bazen öfkeli bazen mutsuz oluyorsun. Bunu yaşamak yaşam kaliteni de düşür. Çocuklar bunu sadece görmekle kalmıyor, hissediyor. Müvekkilin yaşadığı öfkeyi stresi sen de
hissediyorsun. Zor bir meslek yürütüyoruz. Her yere gidip oturamazsınız herkese sarılamazsınız. Sosyal hayatınıza dikkat etmek zorundasınız.
Babanızdan size sizden de çocuklarınıza kalacak en büyük miras nedir?
Babam Çaykur’da uzun yıllar görev yaptı. İşine çalışanına yaklaşımı ona itibar ve saygınlık kazandırdı. Babamdan kalan en büyük miras da budur. Onun ismi sayesinde birçok insan
tarafından tanındım sevildim. Başarımdaki değerlerden biridir. Bunun en büyük dayanağı babamdır. Çocuklarıma da bunu bırakmak isterim. İtibar.Saygınlık.
Hayatınızda bir kırılma anı oldu mu?
“İstanbul’da olsaydım bambaşka bir şey olabilirdi. Farklı bir hayat, mesleki kariyerde başka bir boyut… İstanbul’da bambaşka bir insan olabilirdim ama Rize de
daha başka bir insan oluyorsunuz.”
Ben çok cesur bir insan değilim. Kararlarımı çok düşünerek alırım. Ani dönüşler hayatımdan yoktur. İstanbul’dan Rize’ye gelmek bir dönüm noktası oldu. İstanbul’da üç arkadaş bir
büro açmayı düşünüyorduk. Orada avukatlık yapacaktık. O sırada kardeşim rahatsızdı. Diğer
kardeşim Rize dışında okuyordu ve benim de ailemin yanında olmam gerekiyordu. İstanbul
çok şey katıyor ama çok şey de götürüyor. Ama burada olmam gerekiyordu. Ben burada
olmaktan çok mutluyum. Bundan güzel bir şey yok. Huzur sakinlik güvendiği şehrimdeyim.
Neler yapmaktan hoşlanırsınız?
Kitap okumayı, doğa gezilerini yürüyüş yapmayı ve fotoğrafçılığı çok seviyorum. Zaman
buldukça fotoğraf çekiyorum. Bu işi iyi yaptığımı söyleyebilirim. Yaylaları gezmek ama insanların gitmediği yerlere gitmek oradaki insanlarla sohbet etmek çok hoşuma gider. Profesyonel olmasa da kişisel yorumlarıma dayalı makaleler yazıyorum. Ülkenin gündemine ilişkin konular kaleme alıyorum. Bunlarla uğraşıyorum. Yaylada yemek yapmayı seviyorum ama evde
hayatta bir şeye elimi sürmem.
“İnsanlarla uğraşmak zor. Karadeniz insanıyla uğraşmak daha zor. Özgüvenleri
çok yüksek. Ben bilirim şeklinde bir şey doğuyor ve onları ikna etmek bu anlamda zorlaşıyor. Benim insanlara yaklaşım tarzım daha yumuşak olduğu için onlarla
iletişimde olmam daha kolay oluyor. Ne yaparsanız yapın insanların sizin için kafasında soru işareti olmaması gerekiyor. İnsanlara tepeden bakmayacaksınız. Karşınızdakinin size saygı duyması ve güvenmesi gerekiyor. Biz böyle davrandığımız
için insanların nezdinde bir saygınlığa sahip oluyoruz.”
Elinizde imkan olsa neyi değiştirmek istersiniz?
Türkiye’de bölünmüşlükten şikayetçiyim. Tarihin en bölünmüş dönemini yaşıyoruz. 50
parçaya bölünmüş bir Türkiye var. Ülkede ki bu durumu yok etmeyi isterdim. Rize içinde şunu
çok arzu ederim. Rize’nin en büyük sorunu şehir kültürünün oturmamış olmamasıdır. Pek çok
şey yapılıyor, şehir büyüyor gelişiyor ama hala şehir kültürü olmadığından hala sorunlar yaşanıyor. Bu tabii çok uzun bir süreç. Şehir yaşamına adapte olmak farklı bir durum. Sokaklarda boş boş gezen argo konuşan gençler olsun istemezdim. Şehir sosyo kültürüne sahip
kurallarını yaşayan insanlarımızla Rize bambaşka bir şehir olacaktır. Buranın daha yaşanabilir
ve kültürlü bir şehir olmasını isterdim.
Genç avukatlara ne önerirsiniz?
“Yargı sadece demokrasinin değil, uygarlığın temelidir. Hukuk insanoğlunun en
büyük icadıdır.”
Mesleklerine yatırım yapmaları lazım. Biz adeta pratisyen hekim gibiyiz. Bütün davalara
bakabilen her şeyden az buçuk anlayan avukatlarız. Çağ öyle değil. Her şeyi bilebilmeniz
mümkün değil. Son yirmi yılda ortaya çıkan pek çok hukuk dalı var. Gençler bu dallarda kendini geliştirmeli ve o alanda profesyonel olmalı. Yurt dışı deneyimi yapmaları, dil eğitimlerini
ihmal etmemeleri çok önemli. Kendilerini eğitim anlamında desteklemeleri gerekiyor. Farklılık
yaratmaları lazım.
Çaykur Rizespor hakkında neler söylemek istersiniz?
Rizespor kurumsal kimliğini kaybetti. Şehirde insanlar kulübe karşı aidiyet duygusunu
kaybetti. Yaşadığımız en büyük sorun bu. İnsanlar burası birkaç iş adamına ait bir yermiş gibi
bakıyor. Ne yazık ki bunu insanlarımızın kafasına vuran başkanlarımız da oldu. İnsanlarımız
Çaykur Rizespor ile aidiyet olabilme bağını kuramadı. Kulüp kapalı bir duruma geldi. Siz karışmayın siz ne anlarsınız diyen başkanlar da oldu, maalesef. Siyasi olacak belki ama kulüp
başkanını Cumhurbaşkanı atıyor, teknik direktör başkası atıyor gibi. Yönetimin bile bir fonksiyonu yok. Alt yapı ciddi bir yatırım gerekiyor. Bugün kulüpteki alt yapı hocalarımıza da yatırım
yapmak gerekiyor. Yurt dışına gidip oradaki alt yapı sistemlerini görmeleri çok önemli ama
bunlara önem verilmiyor maalesef. Tesisler yapmak başlı başına bir çözüm değil. Böyle olunca eksik bir sistem ortaya çıkıyor.
RİZELİNİN BAŞARI ÖYKÜSÜ III
YAZARLAR: ALİHAN TELATAR & SELİM DENİZALP
Yorum Yapın